Diyet yaparken en sık düşülen hatalar; başarıyı yalnızca tartıdaki rakamla ölçmek, şok diyetlerle hızla zayıflamaya çalışmak, karbonhidrat gibi besin gruplarını tamamen yasaklamak, sadece kardiyo gibi tek tip egzersiz yapmak, duygusal açlığı görmezden gelmek, yetersiz uyku ve stresi yönetememek ve bu süreci profesyonel destek almadan yürütmektir. Bu yaygın yanlışlar, iyi niyetle başlanan kilo verme serüvenini, metabolizmayı yoran ve motivasyonu tüketen bir kısır döngüye çevirir. Anlık sonuçlar uğruna yapılan bu hatalar, kalıcı ve sağlıklı kilo kaybının önündeki en büyük engelleri oluşturarak verilen kiloların fazlasıyla geri alınmasına neden olur.
Tartıdaki Rakam, Kilo Verme Başarısının Tek Göstergesi mi?
Bir diyete başlandığında yapılan en temel hatalardan biri, tüm motivasyonu ve başarı algısını tartının üzerindeki o küçük rakamlara bağlamaktır. Sabah uyanır uyanmaz soluğu tartının üzerinde almak, günün geri kalanını ya büyük bir mutlulukla ya da derin bir hayal kırıklığıyla geçirmeye neden olabilir. Bu takıntılı yaklaşım genellikle gerçekçi olmayan beklentilerle birleştiğinde, kişiyi psikolojik olarak yorar ve süreci sabote eder.
Unutulmamalıdır ki tartıdaki ağırlık, sağlığımız hakkında bize çok sınırlı bilgi veren kaba bir ölçümdür. Vücut ağırlığımız gün içinde bile pek çok faktöre bağlı olarak değişebilir. Örneğin bir önceki gün tükettiğiniz tuz miktarı, kadınlar için regl dönemi, sindirim sisteminizin durumu veya içtiğiniz su miktarı gibi basit nedenlerle tartıda 1-2 kiloluk oynamalar görmeniz son derece normaldir.
Bazen tartıdaki rakam hiç oynamaz, hatta artış gösterebilir. Bu durum özellikle spora yeni başlayanlarda moral bozucu olabilir. Ancak bu sırada vücudunuzda harika şeyler oluyor olabilir. Örneğin yağ kaybederken aynı zamanda kas kütlenizi artırıyor olabilirsiniz. Kas, yağdan çok daha yoğun ve metabolik olarak aktif bir dokudur. Yani vücudunuz sıkılaşır, kıyafetleriniz bollaşmaya başlar, bel çevreniz incelir ama tartıdaki rakam aynı kalır. Bu aslında harika bir ilerlemedir, ancak sadece tartıya odaklanırsanız bu başarıyı göremez ve pes edebilirsiniz.
Bu durum psikolojide “Sahte Umut Sendromu” olarak bilinen bir döngüyü tetikler. Kişi, bir diyete başlarken çok kısa sürede çok fazla kilo vereceğine, sürecin çok kolay olacağına ve hayatının sihirli bir şekilde değişeceğine inanır. Kaçınılmaz olarak bir duraksama dönemi yaşandığında veya tartıda bir artış gördüğünde, bu beklentiler yıkılır. Ancak kişi, yöntemin yanlış olduğunu düşünmek yerine, suçu kendinde veya seçtiği “yanlış” diyette bulur. Böylece bir sonraki “mucize” diyete umut bağlayarak bu döngüyü sürdürür.
Profesyonel yaklaşım tartının üzerindeki bu psikolojik baskıyı kırmaktır. Tartıyı tamamen hayatınızdan çıkarmak yerine, onu bir veri olarak görmeyi öğrenmek önemlidir. Başarınızı ölçmek için çok daha anlamlı ve güvenilir başka göstergeler de vardır. Bu göstergelere odaklanmak, motivasyonunuzu korumanıza yardımcı olur.
Başarınızı değerlendirirken odaklanabileceğiniz bazı önemli göstergeler şunlardır:
- Bel, kalça ve kol çevresindeki incelme
- Vücut yağ oranındaki düşüş
- Enerji seviyelerindeki artış
- Uyku kalitesindeki iyileşme
- Kan şekeri ve kolesterol gibi kan değerlerindeki düzelme
- Nefes nefese kalmadan merdiven çıkabilme
Ayrıca kilo verme sürecinde “tartı dışı zaferlerinizi” kutlamak çok değerlidir. Bunlar hayat kalitenizdeki gerçek artışları gösteren anlardır.
- Daha önce olmayan bir kıyafetin içine girebilmek
- Çocuklarınızla veya torunlarınızla daha enerjik oynayabilmek
- Aynaya baktığınızda kendinizi daha iyi hissetmek
- Eğilip ayakkabılarınızı daha rahat bağlayabilmek
Şok Diyetler ile Hızlı Kilo Vermek Neden Bir Tuzaktır?
“Bir haftada 5 kilo verdiren diyet,” “düğüne kadar zayıflatan lahana çorbası…” Bu gibi vaatler kulağa ne kadar cazip gelse de agresif kalori kısıtlamasına dayanan şok diyetler, vücudun hayatta kalma mekanizmalarını tetikleyen tehlikeli bir oyundur. Vücudumuz, bizim bilinçli olarak yaptığımız diyet ile gerçek bir kıtlık durumunu ayırt edemez. Siz aniden kalori alımınızı çok ciddi şekilde düşürdüğünüzde, vücut bir tehlike sinyali alır ve kendini korumak için “tasarruf moduna” geçer.
Bu moda geçtiğinde vücutta neler olur? Öncelikle metabolizma hızı yavaşlar. Vücut, daha az enerjiyle hayatta kalmayı öğrenir ve elindeki her bir kaloriyi daha verimli kullanmaya başlar. Bu kilo vermenizin bir süre sonra durmasının ve hatta en ufak bir kaçamakta bile kilo almanızın arkasındaki temel nedendir. Bu metabolik yavaşlama, diyet bittikten sonra bile devam eder. Ünlü bir televizyon programındaki yarışmacılar üzerinde yapılan bir araştırma, yarışmacıların verdikleri kiloların çoğunu geri almalarına rağmen, metabolizma hızlarının yıllar sonra bile hala belirgin şekilde yavaş olduğunu göstermiştir. Bu vücudun eski kilosuna dönmek için nasıl bir savaş verdiğinin en net kanıtıdır.
Agresif diyetler, hormonal dengeyi de altüst eder. Yağ hücrelerimiz tarafından üretilen ve beyne “doydum” sinyali gönderen tokluk hormonu leptin seviyeleri düşer. Aynı zamanda mide tarafından salgılanan ve “açım” sinyali veren açlık hormonu grelin seviyeleri fırlar. Sonuç olarak hem sürekli aç hissedersiniz hem de doyma hissini kaybedersiniz. Bu hormonal fırtına, diyeti bıraktığınız anda kontrolsüz yeme ataklarına zemin hazırlar.
Bu sürecin en kötü sonucu ise “yo-yo etkisi” dediğimiz kilo alıp verme döngüsüdür. Şok diyetle hızla verilen kilonun önemli bir kısmı kas ve sudan gider. Diyet bittiğinde ise geri alınan kilo, çoğunlukla yağ olarak depolanır. Her yo-yo döngüsünde, kas kütleniz biraz daha azalır, yağ oranınız artar ve metabolizmanız bir önceki denemeye göre daha da yavaşlar. Bu durum bir sonraki kilo verme çabanızı daha da zorlaştırır ve uzun vadede yağlı karaciğer, tip 2 diyabet ve kalp hastalıkları gibi ciddi sağlık risklerini artırır.
Şok diyetlerin vücut üzerindeki bazı olumsuz etkileri şunlardır:
- Metabolizmanın kalıcı olarak yavaşlaması
- Yoğun kas kaybı
- Sürekli açlık ve yorgunluk hissi
- Hormonal dengenin bozulması
- Saç dökülmesi ve cilt sorunları
- Besin ögesi eksiklikleri
- Safra kesesi taşı oluşumu riski
Profesyonel yaklaşım vücutla savaşmak yerine onunla iş birliği yapmaktır. Amaç vücudu kıtlık moduna sokmayacak, sürdürülebilir ve ılımlı bir kalori açığı oluşturmaktır. Bu süreçte kas kütlesini korumak hayati önem taşır. Yeterli protein alımı ve doğru planlanmış egzersiz programı, kas kaybını önleyerek metabolizmanın canlı kalmasını sağlar. Kilo verme sürecindeki duraksamaların bir başarısızlık değil vücudun yeni kilosuna adapte olma süreci olduğunu bilmek, motivasyonu korumak için en önemli anahtardır.
Tek Bir Besin Grubunu Şeytanlaştırmak Kilo Verme Sürecini Nasıl Etkiler?
“Ekmek kilo aldırır,” “meyvedeki şeker zehirdir,” “yağ yemek yağlandırır”… Bu gibi basite indirgenmiş ve bilimsel dayanaktan yoksun ifadeler, pek çok popüler diyetin temelini oluşturur. Karbonhidrat, yağ veya başka bir besin grubunu tamamen yasaklayan diyetler, sürdürülebilirlikten uzak ve potansiyel olarak tehlikelidir.
Bu tür diyetlerin başlangıçta işe yarıyor gibi görünmesinin tek bir nedeni vardır: Kalori açığı yaratmaları. Hayatınızdan koca bir besin grubunu (örneğin tüm tahılları, hamur işlerini, meyveleri) çıkardığınızda, doğal olarak toplamda daha az kalori alırsınız ve kilo vermeye başlarsınız. Bu durumun, o besin grubunun “kötü” veya “sihirli” bir şekilde kilo aldırmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Sorun şu ki bu kadar kısıtlayıcı bir beslenme düzenini sosyal ve psikolojik olarak ne kadar sürdürebilirsiniz? Bir arkadaş buluşmasında, bir aile yemeğinde veya bir tatilde bu kurallara uymak imkansız hale geldiğinde, diyet terk edilir ve verilen kilolar hızla geri döner.
Bilimsel çalışmalar uzun vadeli kilo kaybında diyetin adının (düşük karbonhidrat, düşük yağ vb.) değil kişinin o beslenme düzenine ne kadar sadık kalabildiğinin önemli olduğunu göstermektedir. Toplam kalori ve protein miktarı eşitlendiğinde, farklı makro besin dağılımlarına sahip diyetlerin kilo kaybı sonuçları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Yani en iyi diyet, sizin yaşam tarzınıza, tercihlerinize ve sağlık durumunuza uygun, ömür boyu sürdürebileceğiniz diyettir.
Besin gruplarını tamamen yasaklamanın bir diğer büyük riski ise besin ögesi eksiklikleridir. Her besin grubu, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu farklı vitamin ve mineralleri içerir. Bir grubu tamamen dışlamak, ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Bazı popüler kısıtlayıcı diyetler ve ilişkili potansiyel besin eksiklikleri şunlardır:
- Ketojenik Diyet (Çok Düşük Karbonhidrat):
- Tiamin (B1 vitamini)
- Folat
- Kalsiyum
- Magnezyum
- Lif
Vegan Diyet (Tüm Hayvansal Ürünleri Dışlar):
- B12 Vitamini (kritik öneme sahiptir)
- Heme-Demir
- D Vitamini
- Kalsiyum
- Omega-3 Yağ Asitleri (EPA/DHA)
- Çok Düşük Yağlı Diyetler:
- Yağda çözünen vitaminler (A, D, E, K)
- Esansiyel yağ asitleri
Profesyonel yaklaşım yasaklamak yerine denge ve kaliteye odaklanır. Amaç hiçbir besini “düşman” ilan etmeden, besleyici değeri yüksek, işlenmemiş veya az işlenmiş gıdalarla dolu bir beslenme düzeni oluşturmaktır. Rafine edilmiş beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeğini, işlenmiş salam sosis yerine sağlıklı protein kaynaklarını, trans yağlar yerine zeytinyağı, avokado ve kuruyemiş gibi sağlıklı yağları koymak, yasaklamadan yapılan akıllıca değişikliklerdir. Eğer çölyak hastalığı gibi tıbbi bir zorunluluk nedeniyle bir besin grubu kısıtlanıyorsa, bu durumda bir diyetisyen rehberliğinde eksikliklerin önlenmesi için doğru alternatifler ve gerekirse takviyeler planlanmalıdır.
Kilo Vermek İçin Sadece Kardiyo Egzersizi Yapmak Neden Yeterli Değildir?
Kilo vermek isteyen birçok kişi, spor salonuna gittiğinde doğrudan koşu bandına veya eliptik bisiklete yönelir. Amaç ekranda yazan “yakılan kalori” sayısını en yükseğe çıkarmaktır. Kardiyo egzersizleri kalp sağlığı için şüphesiz çok faydalıdır, ancak kilo yönetimi söz konusu olduğunda tek başına yeterli değildir ve faydaları genellikle abartılır.
Öncelikle, sadece egzersizle ciddi bir kalori açığı yaratmak oldukça zordur. Yaklaşık 500 kalorilik bir açık yaratmak için her gün bir saatten fazla tempolu bir aktivite yapmanız gerekebilir ki bu çoğu insan için sürdürülebilir değildir. Ayrıca insanlar egzersiz sırasında yaktıkları kaloriyi abartma ve sonrasında “bunu hak ettim” diyerek kendilerini daha fazla yiyecekle ödüllendirme eğilimindedir. Bu durum sporla yaratılan kalori açığını kolayca sıfırlayabilir. Unutulmaması gereken meşhur söz şudur: “Kötü bir beslenmeyi sporla telafi edemezsiniz.”
Kilo yönetimi ve metabolizma sağlığı üzerindeki asıl sihir, kardiyoda değil direnç (ağırlık) antrenmanlarında gizlidir. Ağırlık antrenmanlarının faydaları sadece spor yaptığınız o bir saatle sınırlı değildir; günün geri kalan 24 saatini etkileyen kalıcı değişiklikler yaratır.
Peki, ağırlık antrenmanı vücudunuzda ne gibi harikalar yaratır? İşte bazıları.
- Dinlenme Metabolizma Hızını Artırır: Kas, dinlenirken bile yağdan çok daha fazla kalori yakan bir dokudur. Ne kadar çok kasınız varsa, oturduğunuz yerde bile o kadar çok kalori yakarsınız. Ağırlık antrenmanı, bu “kalori yakan motoru” büyütmenin en etkili yoludur.
- Vücut Kompozisyonunu İyileştirir: Amacınız sadece kilo vermek değil yağdan kilo vermek olmalıdır. Ağırlık antrenmanı, yağ kaybederken kas kütlenizi korumanızı ve hatta artırmanızı sağlar. Bu da daha sıkı, daha fit bir görünüm demektir.
- İnsülin Duyarlılığını Artırır: Kaslar, kan şekerini kullanan en büyük depolardır. Daha fazla kas, kan şekerinin daha verimli kullanılması ve depolanması anlamına gelir. Bu da insülin direncini kırmada ve tip 2 diyabet riskini azaltmada kritik rol oynar.
- Kemik Sağlığını Güçlendirir: Ağırlık antrenmanları, kemik yoğunluğunu artırarak ileriki yaşlarda görülebilecek osteoporoz riskini azaltır.
- Duruşu Düzeltir ve Gücü Artırır: Günlük yaşam aktivitelerini (poşet taşımak, merdiven çıkmak vb.) çok daha kolay yapmanızı sağlar.
Profesyonel bir yaklaşım her iki egzersiz türünün de faydalarından yararlanacak şekilde dengeli bir program oluşturmaktır. Kardiyo kalp ve damar sağlığınızı desteklerken, ağırlık antrenmanı metabolizmanızı ateşler ve vücudunuzu şekillendirir. Odak noktasını, koşu bandında yakılan anlık kalorilerden, uzun vadede metabolizmayı hızlandıracak kalıcı bir yatırım yapmaya kaydırmak, kilo yönetiminde gerçek başarıyı getirir.
Duygusal Açlık ve Stres, Kilo Verme Sürecini Nasıl Baltalar?
Kilo vermeyi sadece “alınan kalori – harcanan kalori” gibi basit bir matematik denklemi olarak görmek, resmin en önemli parçasını, yani zihin-beden bağlantısını gözden kaçırmaktır. Stresli bir günün ardından kendinizi buzdolabının önünde buluyorsanız, canınız sıkkınken bir paket bisküviyi nasıl bitirdiğinizi anlamıyorsanız, yalnız değilsiniz. Bu durumun adı duygusal açlıktır ve kilo verme sürecinin en büyük sabotajcılarından biridir.
Duygusal yeme, fizyolojik olarak aç olmadığımız halde, stresi azaltmak, üzüntüyü bastırmak, can sıkıntısını gidermek veya kendimizi ödüllendirmek gibi duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak için yemek yeme davranışıdır. Bu genellikle çocuklukta öğrenilen bir başa çıkma mekanizmasıdır. Gerçek fiziksel açlık ile duygusal açlığı ayırt edebilmek, bu döngüyü kırmanın ilk ve en önemli adımıdır.
Peki, hissettiğiniz şeyin gerçek mi yoksa duygusal açlık mı olduğunu nasıl anlarsınız? İkisi arasında belirgin farklar vardır:
Fiziksel açlığın belirtileri genellikle şunlardır:
- Yavaş yavaş ve kademeli olarak ortaya çıkar.
- Ertelenebilir bir histir.
- Midede guruldama veya boşluk hissi gibi fiziksel belirtiler verir.
- Sağlıklı bir öğün dahil, farklı yiyecek seçenekleriyle tatmin olur.
- Doyunca yeme eylemi son bulur.
- Yemekten sonra pişmanlık veya suçluluk hissi yaratmaz.
- Duygusal açlığın belirtileri ise oldukça farklıdır.
- Aniden ve çok yoğun bir şekilde gelir.
- “Hemen şimdi yemem lazım” dedirten acil bir dürtüdür.
- Genellikle pizza, çikolata, cips gibi belirli ve genellikle sağlıksız yiyeceklere yöneliktir.
- Fiziksel olarak doymanıza rağmen yemeye devam etme isteği yaratır.
- Yedikten sonra yoğun bir suçluluk, utanç ve pişmanlık hissi bırakır.
Bu döngüyü kırmak için profesyonel bir yaklaşım size sadece ne yemeniz gerektiğini söylemekle kalmaz, aynı zamanda neden yediğinizi anlamanıza yardımcı olur. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ilkeleri, bu konuda çok etkili bir çerçeve sunar. Amaç duygusal bir tetikleyici ile otomatik yeme davranışı arasına bir “dur ve düşün” anı koyabilmektir. “Şu an gerçekten aç mıyım, yoksa sadece stresli miyim?” sorusunu kendinize sormayı öğrenmek, kontrolü geri kazanmanın ilk adımıdır. Stres, can sıkıntısı veya üzüntü gibi duygularla başa çıkmak için yiyecek dışı yeni ve sağlıklı yöntemler geliştirmek hedeflenir. Örneğin yürüyüşe çıkmak, müzik dinlemek, bir arkadaşınızı aramak, günlük tutmak veya sadece birkaç dakika derin nefes almak gibi alternatifler oluşturulur. “Bunu hak ettim” veya “Tek çarem yemek” gibi otomatik düşünceleri fark edip bunlara meydan okumayı öğrenmek, bu kısır döngüden çıkmanın anahtarıdır.
Yetersiz Uyku ve Kronik Stres Kilo Vermeyi Neden İmkansız Hale Getirir?
Mükemmel bir diyet listesi uyguladığınızı ve düzenli olarak spor yaptığınızı ama yine de kilo veremediğinizi düşünün. Sorun, belki de tabağınızda veya spor salonunda değil yatak odanızda ve zihninizdedir. Yetersiz uyku ve kronik stres, kilo verme çabalarınızı temelden sabote eden güçlü hormonal düşmanlardır. Bu iki faktörü göz ardı ederek başarılı olmak neredeyse imkansızdır.
Yetersiz uyku, yani gecede düzenli olarak 6-7 saatten az uyumak, vücudun hormonal dengesini tamamen bozar. Uykusuz kaldığımızda, iştahı düzenleyen iki kilit hormon kontrolden çıkar. Mide tarafından salgılanan ve beyne “açım” sinyali gönderen grelin (açlık hormonu) seviyesi artar. Aynı zamanda, yağ hücreleri tarafından salgılanan ve “doydum” sinyali veren leptin (tokluk hormonu) seviyesi düşer. Bu hormonal kokteylin sonucu bellidir: Gün boyunca bitmek bilmeyen bir açlık hissi, özellikle de şekerli ve yağlı yiyeceklere karşı karşı konulmaz bir istek. Uykusuzluk ayrıca vücudun insüline karşı duyarlılığını azaltır, bu da kan şekerini dengelemeyi zorlaştırır ve vücudun yağ depolama eğilimini artırır.
Yetersiz uykunun kilo yönetimi üzerindeki bazı doğrudan etkileri şunlardır:
- Açlık hormonu (grelin) seviyelerinde artış
- Tokluk hormonu (leptin) seviyelerinde düşüş
- Yüksek kalorili yiyeceklere karşı artan istek
- Bozulmuş insülin duyarlılığı
- Karar verme mekanizmasında zayıflama
- Yorgunluk nedeniyle azalan fiziksel aktivite
Kronik stres ise bir diğer sinsi düşmandır. Vücudumuz sürekli bir “savaş ya da kaç” modunda olduğunda, stres hormonu olan kortizol seviyeleri sürekli yüksek kalır. Yüksek kortizolün en kötü etkilerinden biri, yağ depolanmasını teşvik etmesi, özellikle de iç organların etrafında biriken ve metabolik olarak en tehlikeli yağ olan karın (visseral) bölgesinde yağlanmayı artırmasıdır. Kortizol ayrıca iştahı tetikler ve beynin ödül merkezini uyararak yüksek kalorili “konfor yiyeceklerine” olan isteği artırır. Yani “stres yemeği” dediğimiz şey, sadece psikolojik bir zayıflık değil aynı zamanda güçlü bir fizyolojik dürtüdür.
Kronik stresin kilo alımına yol açan bazı mekanizmaları şunlardır:
- Yüksek kortizol seviyeleri
- Karın bölgesinde yağ birikiminin artması
- İştahın ve yiyecek aşermelerinin tetiklenmesi
- Kan şekerinde dengesizlikler
- Uyku düzeninin bozulması
Bu nedenle profesyonel bir kilo yönetimi planı, sadece beslenme ve egzersizi değil aynı zamanda uyku düzenini ve stres yönetimi stratejilerini de içermelidir. Bunlar lüks veya isteğe bağlı eklentiler değil planın temel ve vazgeçilmez direkleridir. Her gece aynı saatte yatıp kalkmak, uyumadan önce ekranlardan uzak durmak, düzenli egzersiz yapmak, meditasyon veya mindfulness gibi rahatlama tekniklerini uygulamak, hormonal ortamınızı kilo vermeye daha elverişli hale getirecektir. Çoğu zaman, bu temel alışkanlıkları düzeltmek, kilo verme platosunu kırmanın en etkili yoludur.
Kilo Verme Sürecinde Neden Bir Uzmandan Destek Alınmalı?
İnternet, sosyal medya ve arkadaş tavsiyeleriyle dolu bir dünyada, kilo verme yolculuğuna tek başına çıkmak, mayın tarlasında gözü kapalı yürümeye benzer. Her gün yeni bir “mucize diyet,” “yağ yakan kür” veya ünlü tavsiyesiyle karşılaşırız. Bu bilgi kirliliği içinde doğruyu yanlıştan ayırmak ve kendi vücudumuz için en doğru yolu bulmak neredeyse imkansızdır. Bu “yalnız kurt” yaklaşımı, kişiyi sahte ürünlere, tehlikeli yöntemlere ve en önemlisi, kaçınılmaz bir başarısızlık ve hayal kırıklığı döngüsüne karşı savunmasız bırakır.
Sağlık sahtekarlığı, umut arayan insanları hedef alan milyarlarca dolarlık bir endüstridir. Bu tuzaklara düşmemek için bazı kırmızı bayrakları tanımak önemlidir.
Sahte ve tehlikeli diyetlerin bazı ortak özellikleri şunlardır:
- Çok kısa sürede, gerçekçi olmayan kilo kaybı vaadi
- “Mucize,” “sır,” “devrim” gibi abartılı ifadeler kullanılması
- Tek bir besini veya ürünü “sihirli” olarak tanıtması
- Bilimsel kanıt yerine sadece kişisel tanıklıklara dayanması
- Tüm besin gruplarını katı bir şekilde yasaklaması
- “Herkes için uygun” olduğunu iddia etmesi
Başarılı ve kalıcı kilo yönetimi, standart bir reçete değildir; terzi dikimi bir elbise gibidir, kişiye özel olmalıdır. Genetik yapımız, hormonlarımız, yaşam tarzımız, sağlık durumumuz, psikolojimiz ve hatta kültürel alışkanlıklarımız, bu süreci etkileyen onlarca faktörden sadece birkaçıdır. İnternetten bulunan “herkese uyan” bir liste, bu karmaşık yapıyı göz ardı ettiği için uzun vadede başarısız olmaya mahkumdur.
İşte bu noktada bir kayıtlı diyetisyenden profesyonel destek almak, bir lüks değil bir gerekliliktir. Diyetisyenin rolü, size sadece bir yemek listesi vermek değildir. Asıl değeri, size eleştirel düşünmeyi, kendi vücudunuzu dinlemeyi ve ömür boyu sürdürebileceğiniz sağlıklı alışkanlıklar kazanmayı öğretmektir. Diyetisyen, bu bilgi kirliliği içinde sizin için bir bilimsel filtre görevi görür. Tıbbi geçmişinizi, kan tahlillerinizi, yaşam tarzınızı ve tercihlerinizi analiz ederek size özel, uygulanabilir ve güvenli bir yol haritası çizer. Bu süreçte sadece bir rehber değil aynı zamanda bir motivasyon kaynağı, bir destekçi ve bir eğitimcidir. Davranış değişikliğinin psikolojik zorluklarını aşmanıza yardımcı olur, yiyeceklerle daha sağlıklı ve barışık bir ilişki kurmanızı sağlar. En önemlisi, size balık vermek yerine balık tutmayı öğretir; böylece danışmanlık süreci bittikten sonra bile kendi sağlığınızın kaptanı olmaya devam edersiniz.
- Sonuç: “Diyet” Zihniyetinden Sürdürülebilir Bir Yaşam Tarzına
Bu yazıda ele alınan yedi yaygın hata, aslında tek bir temel sorunun farklı yüzleridir: “diyet zihniyeti.” Bu zihniyet, sağlığı, belirli bir kiloya ulaşmak için katlanılması gereken geçici bir eziyet dönemi olarak görür. Tartıya takılır (Hata 1), bu takıntı yüzünden şok diyetlere yönelir (Hata 2), besinleri düşman ilan eder (Hata 3), dengesiz egzersiz yapar (Hata 4), ruh halinin beden üzerindeki etkisini yok sayar (Hata 5), uykusuz ve stresli yaşamını görmezden gelir (Hata 6) ve tüm bu karmaşık yolda tek başına yürümeye çalışır (Hata 7).
Gerçek ve kalıcı başarı için bu zihniyetten tamamen kurtulmak gerekir. Amaç kısa süreli bir “diyet” yapmak değil kelimenin kökenindeki gibi, bir “yaşam biçimi” oluşturmaktır. Bu yasaklarla dolu bir hapishane değil denge, keyif ve esneklik üzerine kurulu, hem bedeni hem de ruhu besleyen sürdürülebilir bir yoldur.

Mersin’deki diyetisyenlerden Tuğçe Çevik, 1993 Mersin doğumlu bir Fonksiyonel Tıp ve Sporcu Beslenme Uzmanı. 2017’de Başkent Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden mezun olduktan sonra klinik diyetisyen olarak başladığı kariyerinde, 2019’da Fonksiyonel Beslenme ve Fitoterapi eğitimlerini tamamladı. 2022’de uluslararası geçerliliğe sahip Sports Nutrition Specialist ve Spor Koçluğu sertifikalarını, 2023’te Aydın Üniversitesi Sporcu Beslenme eğitimini başarıyla aldı. 2024–2025 sezonunda Türkiye Basketbol Süper Ligi’nde Mersin Spor Kulübü’nün Takım Beslenme Uzmanı olarak görev yaparken; altyapı basketbol ve futbol takımlarına, gebelikte beslenmeden obezite yönetimine, çocuk sağlığından klinik beslenmeye uzanan geniş bir yelpazede sunumlar gerçekleştiriyor. Danışanlarına ilk görüşmede detaylı anamnezle başlarken, hedef odaklı ve sürdürülebilir beslenme programlarıyla onların yaşam kalitesini ve performansını artırmayı amaçlıyor.